BİLİRKİŞİ ZÜMRESİ
Mehmet Gün, Merve Kurdak ve Zeynep Koray’ın Kitabının Düşündürdükleri
Prof.Dr.Kemal Gözler
Bir ay önce Gözler v. Çağlayan Davası başlıklı bir kitap [1] yayınladım. Bu kitapta Ramazan Çağlayan’a karşı açtığım ve kaybettiğim bir fikrî haklar davasının seyrini açıkladım, bilirkişi raporları ve mahkeme kararları hakkında gözlem ve eleştirilerimi dile getirdim.
Sekiz yıl süren bu dava ve bu davanın benzeri olan ve hâlâ devam eden diğer yedi davam nedeniyle Türkiye’de “bilirkişilik sorunu” denen bir sorunun olduğunun zaten farkındaydım. Ama bu sorunun önemini anlamam için yukarıda bahsettiğim kitabı yazmam gerekti. Gözler v. Çağlayan Davası başlıklı kitabı yazarken, bu sorunu biraz daha yakından incelemek zorunda kaldım.
Bu süreçte karşıma Mehmet Gün, Merve Kurdak ve Zeynep Koray’ın yazdıkları Bilirkişi Zümresine Tanınan İmtiyazlı Korumanın Anayasa’ya Aykırılığı (İstanbul, Gün+, 2015) başlıklı kitap çıktı. Bu kitap, bilirkişilik sorununun boyutlarını görmeme ve bu sorunun vahametini anlamama yardımcı oldu. Bu küçük yazıyı yazarak bu kitap üzerine okuyucuların dikkatini çekmek istedim.
Burada söz konusu kitabı başlık başlık inceleyecek ve tanıtacak değilim. Sadece kitapta önemli bulduğum bir iki hususun altını çizmek istiyorum.
Bunlardan birincisi şu: Kitapta öncelikle, doktrinde yaygın olarak savunulan bilirkişinin “hâkim yardımcısı” olduğu yolundaki görüşe şiddetle karşı çıkılıyor ve bu görüş eleştiriliyor (s.5-8, 28-35, 49). Maalesef bu görüş benim de geçmişte okuduğum ve üzerinde pek de düşünmeden doğru sandığım bir görüştü. Oysa Gün, Kurdak ve Koray’ın kitabını okuyunca bu görüşün ne kadar yanlış bir görüş olduğu anladım. Zira, yargılama yetkisi bir egemenlik yetkisidir. Hâkimler, egemen adına adalet dağıtırlar. Bilirkişiler ise teknik bir konuda görüş bildirir. Bilirkişinin yaptığı iş yargılama, sunduğu rapor da bir yargı kararı değildir. Zaten Anayasamız (m.9), yargılama yetkisinin kullanılmasını, bilirkişilere değil, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelere vermiştir. Yargı yetkisinin kullanılmasına dahil olmayan bilirkişilerin “hâkim yardımcısı” olarak nitelendirilmesi büyük bir teorik tutarsızlıktır.
Dahası Gün, Kurdak ve Koray’ın kitabında ayrıntılı olarak gösterildiği gibi (s.7-8, 30-35), bilirkişilerin “hâkim yardımcısı” oldukları görüşü, sadece teorik olarak yanlış bir görüş değil, pratikte de pek çok zararlı sonuçları olan tehlikeli bir görüştür. Bir kere, bilirkişiler, “hâkim yardımcısı” olarak kabul edilince, onlara hâkimlere tanınan bazı güvencelerin tanınmasının yolu kendiliğinden açılıyor. Açıkçası uygulamada bilirkişilere tanınan fiilî sorumsuzluk ve dokunulmazlığı altında bu “hâkim yardımcısı” görüşü yatıyor (s.7, 31). Keza yine aynı sebeple bilirkişilerin “kamu görevlisi” olarak kabul edilmeleri yolundaki yanlış görüşler de daha rahatça savunulabiliyor.
Hâliyle bilirkişilerin kendilerine verilen görevin ifası sırasında haksız fiil ve hatta suç teşkil eden davranışları olabilir. Doğal olarak bilirkişilerin, herkes gibi, kendi fiillerinden sorumlu olmaları gerekir. Oysa hukukumuzda gerek kanunî düzenlemelerden, gerekse uygulamadan dolayı, bilirkişilerin apaçık hataları ve hatta suç teşkil eden davranışları ortaya çıkmış olsa bile, bilirkişilerin hukukî ve cezaî sorumluluklarının işletilme ihtimali sıfıra yakındır. Bunun sebepleri Gün, Kurdak ve Koray’ın kitabında açıklanıyor. Keza kitabın sonuna bilirkişilere nasıl bir imtiyazlı statü tanındığını somut olarak gösteren pek çok yargı kararı örnek olarak eklenmiş. Bu kararları okuyunca insanın içi kararıyor. Bu kararlardan çıkan sonuç şudur: Bilirkişiler ne yaparsa yapsın, bilirkişileri görevlendiren mahkemenin kendisi suç duyurusunda bulunmadıkça, bu bilirkişilerin pratikte yargılanma ihtimali fevkâlâde düşüktür. Bilirkişiler mahkemeler tarafından neredeyse mutlak bir şekilde korunmaktadır.
Neden bilirkişiler böylesine korunuyor? Bu konuda kanunlarımızdaki hükümler nelerdir? Bu hükümler Anayasamıza uygun mudur? Bu konuda yargı içtihatları nelerdir? Bilirkişilere tanınan bu imtiyazlı statünün yol açtığı zararlar nelerdir? Bu gibi sorunlar için Gün, Kurdak ve Koray’ın kitabına bakılabilir.
Bilirkişilik sorunu ve keza Türkiye’de yargının içinde bulunduğu diğer sorunlar, daha genel bir kapsamda ve daha sistematik olarak, Mehmet Gün’ün Türkiye’nin Orta Demokrasi Sorunları ve Çözüm Yolları (İstanbul, Gün+, 2018) isimli kitabında da inceleniyor ve tartışılıyor (özellikle bkz., s.62-83).
Söz konusu kitapta, Mehmet Gün, “Yargı Yetkisinin Fiilen Devri” başlığı altında “Türk yargısı, yargı yetkisini yargı dışındaki kişi ve kurumlara fiiilen delege edegelmektedir. Kanuna aykırı olarak yargı yetkisinin devri için de haklı haksız birçok sebep gösterilerek neredeyse kurumsallaştırılmış yöntemler geliştirilmiştir” diye yazmaktadır (s.62). Anayasanın münhasıran hâkimlere verdiği yargı yetkisini hâkimlerin bilirkişilere devretmesinden daha büyük bir Anayasaya aykırılık olabilir mi? Bu durumun Anayasaya aykırılığı bir yana, bağımsızlık ve teminattan yoksun bilirkişilerin “adalet dağıtmaya” başlaması, akla hayale gelmeyecek sorunlara yol açıyor. Neticede birileri davanın kaderini değiştirmek için bilirkişilere “ulaşmaya” çalışıyor.
Burada söz konusu kitaplarda incelenen başka sorunları sıralayabilir ve örneklendirilebilirim. Ancak bunu yapmayacağım. Burada sadece şunun altını çizmek isterim: Gün, Kurdak ve Koray’ın Bilirkişi Zümresi kitabının ve keza Mehmet Gün’ün Orta Demokrasi kitabının en ayırıcı özelliği, yalnızca sorunları teşhis etmesi ve bunları eleştirmesi değil, ümitsizliğe kapılmayıp, bu sorunların çözümü için öneriler de getirmesidir.
Malum ben de bir akademisyen olarak pek çok sorunu gözlemliyor ve şiddetle eleştiriyorum. Örneğin Türkiye’de hukuk ve akademi alanında gözlemlediğim sorunlara ilişkin 2019 yılında pek çok makale yayınladım ve daha sonra bunları Türkiye Nereye Gidiyor? Akademi ve Hukuk Üzerine Gözlemler ve Eleştiriler başlıklı bir kitapta topladım [2]. Ancak bu makalelerde gözlemlediğim sorunlara çözüm önerisi getirmeye pek teşebbüs etmedim. Zira çözüm önermek, gerekli de olsa, geleceğe yönelik bir proje yapmak demektir ki, bu fevkâlâde zor ve riskli bir iştir.
İşte Mehmet Gün ve arkadaşları, bu zor ve riskli işten çekinmemişler; bu tehlikeli işe girişmişler. Sanıyorum yukarıda zikredilen iki kitabın özellikle Mehmet Gün’ün Orta Demokrasi kitabının özgün yanı budur. Yani sorunları gözlemlemekle yetinmemek, çözüm de önermek. Keza Mehmet Gün’ün ve başkanlığını yaptığı “Daha İyi Yargı Derneği”nin, sorunlara çözüm öneren, pek çok çalışması, projesi, görüşü ve raporu vardır [3].
Mehmet Gün’ün bu ayırıcı özelliği, yani eski tabiriyle mümeyyiz vasfı, muhtemelen Sayın Gün’ün Konya Bozkır Dere köyünde başlayan ve sorunlar karşısında yılmadan onları çözmeye çalışmak şeklinde özetlenebilecek olan hayat tecrübesinden [4] kaynaklanan bir vasıf olsa gerek. Önerilerinin isabeti ayrı bir şey, hâliyle bunlar tartışılabilir. Ama Sayın Gün’ün karanlık karşısında umutsuzluğa kapılmayıp bir mum yakmaya teşebbüs etmesi çok önemli bir şey. Malum bugünlerde bu mumlara çok ihtiyacımız var.
K.G., 12 Ekim 2020